Savaş Pilotluğunun Son Demi; F-35
Dünyadaki pek çok mesleğin çağa yenik düştüğünü kimi zaman hüzünlü, kimi zamansa sıradan bir haberle öğreniyoruz. Ancak belki de ilk defa, insanlığın ‘modern çağına’ ait bir meslek grubunun geleceği ciddi ciddi tartışılmaya başlanmış durumda; savaş pilotluğu.
Savaş pilotluğunu tartışmaya açan ve gelecekte savaş pilotlarına hala ihtiyacımız olup olmayacağı konusunu gündeme getiren ise, bir makineden başkası değil. Karşınızda; Lockheed Martin firmasının ürettiği F – 35 !
F – 35’lerin eğitimcisi ve ilk pilotlarından olan ABD’li Yüzbaşı Joseph Stenger, yukarıda bahsettiğimiz tartışmayı gündeme getiren kişi. Ancak söylediğimiz gibi bu durum kesinlikle Yüzbaşı’nın değil, bizzat F 35’in marifeti.
Hangarda uslu uslu duran bu şey, gerçek anlamda bir savaş makinesi. Ancak bu makinenin en önemli özelliği; savaş pilotlarını tahtından edecek olan teknolojinin öncülü olması.
Düşman radarlarına yakalanması gibi bir ihtimali bulunmayan ve ayrıca radarı yanıltabilecek pek çok özelliğe sahip olan F35’ler, sesten 1.6 kat hızlı uçabiliyor. Bu da havacılıkta Mach 1.6 birimi ile ifade edilen hıza denk geliyor ki bu müthiş bir sürat. Ses duvarını kırmakta hiç zorluk çekmeyen F35, bugüne kadar yapılmış en detaylı navigasyon birimini de bünyesinde barındırıyor. Bu da F35’in; hedeflerini yaklaşık 160 km gibi, muazzam bir mesafeden vurabilmesine olanak tanıyor.
Aynı navigasyon birimi, beraberinde mükemmel bir iletişim ağını ve kilitlenme sistemini de taşıyor. Bugüne kadar yapılmış en gelişmiş savaş uçağı olan F35, sayılan sistemleri sayesinde savaş pilotlarının eskiden beri üstlendiği pek çok görevi de onların yerine; hem de sıfır hata ile yerine getirebiliyor. Gerektiğinde üzerine gelen füzeden daha yüksek süratlere bile çıkabilen ve olduğu yerden dikey kalkış özelliğine de sahip türleri bulunan F35, bu özellikleri ile de kesinlikle bu çağa ait bir makineymiş gibi durmuyor.
Örneğin geçmiş dönemdeki savaş pilotlarının, yerdeki vericilerle ve uçağın kendi radarıyla sürekli koordinasyon halinde olması gerekiyordu. Bu sürecin sonunda seçtiği hedefe kilitlenerek ateşleme yapması veya üzerine gelen füzeyi savuşturması gereken pilotun en ufak hatasında savaş dışı kalması işten bile değildi. Ayrıca tüm bu sayılanlar, savaş uçağının etkinliğini azaltan ve eylem süresini uzatan unsurlardı.
F35 ise sıraladığımız bütün bu aşamaları kendi başına halledebilecek kapasiteye sahip bir uçak. Kaldı ki yukarıda da söylediğimiz gibi F35’in, rakibini 160 km uzaktan tespit ederek hedef alabilmesi söz konusuyken savaş pilotluğunu tartışmaya açması hiç de şaşırtıcı değil. Zira F35’in, bir pilota ihtiyacının olduğu konusunda bile ısrarcı olmamakta fayda var. Çünkü bu denli otomasyona sahip bir makinenin, yerden kontrol edilebilmesi de pek ala mümkün görünüyor.
Bugün havada F35’e kafa tutabilecek olan tek uçak tipi, klasik F16’lar. Ancak ‘kafa tutmak‘ derken, F35’lerin, F16’ları henüz görüş alanlarına dahi girmeden imha edebileceğini tekrar hatırlatmakta fayda var. Böylesi bir durumda ‘kafa tutmak’ deyimi ne kadar isabetli olur, bilemiyoruz.
Her ne kadar, hava savaşının it dalaşından ziyade böylesi soğuk bir çerçevede sunuluyor olması F35’in menzilinden kaynaklanıyor gibi düşünülse de, aslında istatistiklere bakılınca 1990’dan bugüne sadece 54 savaş uçağı vurularak düşürüldüğü görülmektedir. Bir de son dönemde Türkiye’nin düşürdüğünü sayarsak, 55 diyebiliriz. Dolayısıyla hava savaşında, kara savaşı gibi bir durumun zaten çok önceden terk edilmeye başlandığı açıktır. Ancak bu durum, F35’in bugün için hayli adaletsiz bir menzile sahip olduğu gerçeğine de gölge düşürmüyor tabii.
Bugün, F35’ler için ilk sipariş veren birkaç ülke arasında Türkiye de var. Milli Savunma Bakanı’nın açıkladığına göre Türkiye, 100 adet F35 için siparişini vermiş durumda. Farklı kaynaklarda bu sayı, 100 – 135 arası olarak geçmektedir.
Yüzbaşı Stenger, F35’ten sonra bir tane daha insanlı savaş uçağı yapılmasına düşük ihtimal veriyor ve gelecek nesiller için ‘savaş pilotluğu‘ isimli mesleğin tarih olmasına üzüldüğünü söylüyor.
Kaynak: Popular Science, Wikipedia