Haçlı Seferleri ve Kilise’nin “Cennet’ten Köşk Vaadi”
Avrupa’nın Orta Çağı, bilimin ve tekniğin yasaklandığı, sanatın hiçe sayıldığı ,insan hayatının zerre değer görmediği bir çağ idi. Orta Çağ, yalan yanlış açıklanan İncil kurallarının sorgulanmadığı, İncil haricinde bir doğruluk kaynağının kabul edilmediği, şerefin ve statünün parayla ölçüldüğü bir çağ olarak kayıtlara geçmiştir. Orta Çağ Avrupası’nda insanlar çok fakirdi, değersizdi ve hatta birçoğu köleydi. O dönem Papa, yani kilise ve yandaşları ise zavallı Avrupa halklarını sömürürken günlerini gün etmekten geri kalmıyorlardı. Lordların ve kontların artıklarıyla geçimlerini sağlamaya çalışan, derebeylerin verdikleri iki kuruş parayla hayatta kalmaya çalışan Avrupa halkı yalnızca umutla yaşama tutunuyordu.
Batı’da tüm bu zorluklar yaşanırken Doğu’da ise savaşlar hiç durmuyor, kanamalar kesilmiyordu. Orta Asya’dan kopan Türk rüzgârı Anadolu’ya kadar gelmiş ve hatta Bizans’ı tehdit etmeye başlamıştı. Ardı arkası kesilmeyen akınlar ve savaşlar sonucu kendi başına Türkleri yenemeyeceğini anlayan Bizans İmparatorluğu, Papa’dan yardım istemek zorunda kaldı. Papa’nın üretebileceği tek çare, Türkler üzerine seferler düzenlemekti. Böylece önce Bizans kurtarılacak, ardından da birçok siyasal, sosyal, dinî ve ekonomik kazanç sağlanabilecekti. Bu gelişmeler üzerine Papa sokaklara indi ve derme çatma evlerde yaşayan Avrupa halkına gelecek adına umuttan da öte şeyler vadeden o soruyu sordu: “Cennetten köşk ister misiniz?”.
Elbette herkes isterdi cennette bir köşk sahibi olmayı. Peki ama nasıl? Böyle bir şey mümkün müydü? O dönemlerde İncil yalnızca tek nüsha olarak Papa’nın elinde bulunurdu ve yalnızca Latince baskısı vardı. Okuma yazma bilmeyen Avrupa halkları İncil’de yazanlardan bir haberdi. O hâlde Papa ne derse, İncil’de öyle yazardı. Demek ki köşk işi cepteydi. İyi de nasıl? Ne yapacaklardı köşk alabilmek için? Cevap son derece basit ve kan dondurucuydu; göz göre göre ölüme gitmek. Önüne gelene diz çöktüren Türklerin üzerine gidip önce Bizans’ı refaha kavuşturmayı ardından da Doğu’nun zenginliklerini elde etmeyi isteyen Papa, yanına aldığı “üst düzey insanlar” ile ordular kurdu ve bu dünyada hiçbir varlığı olmayan Avrupalıları bu ordulara dahil etmeye başladı. Bunlara Haçlı Orduları denildi.
Savaş ve macera meraklısı şövalyeler ile köşk aşkıyla yanıp tutuşan, eğer savaşa katılırlarsa günahlarının affedileceğine ikna olan Haçlı Orduları, Selçuklu Devleti ve Türk Beylikleri üzerine tamı tamına dört sefer düzenlediler. Bu seferlere katılan toplam insan sayısının bir milyonun üzerinde olduğu bilinmekle beraber net bir sayı verilememektedir. Dönemin toplam nüfusu incelendiğinde, bu sayının korkunç büyük bir oranı olduğunu söylemek mümkün. Bu milyonlarca Avrupalı, yıllar boyu Doğu – Batı arasında mekik dokuya dokuya birçok buluşu Avrupa’ya taşıdılar. İçlerinden bazıları Doğu coğrafyasında yaşama yeniden başlarken hayatta kalanlar ise büyük umutlarla evlerine döndüler. Çünkü hem artık zengindiler hem de cennette onları bekleyen köşkleri vardı.
Lakin hiçte öyle olmadı. Derebeylerin Haçlı Seferleri’nde ölmeleriyle veya fakirleşmeleriyle güç kazanan krallar, Avrupa’nın yeni hakimleriydiler. Gün geçtikçe güçlenen Mutlak Krallıklar yine Avrupa halklarına kısıtlı yaşama hakları veriyor, yalnızca kendilerini düşünüyorlardı. Avrupalıların ellerinde yine yalnızca umutları vardı. Ömürleri yetseydi de yüzyıllar sonra İncil’in baskılarını okuyabilseydiler o zaman bu kanlı savaşlara boş yere katıldıklarını, ‘cennetten köşk vaadinin asılsızlığını‘ anlayacaklardı. Çünkü İncil’de hiçbir zaman emlakçılık yapılmamıştı. Ancak onlar tüm bunlardan habersiz, bir gün varlık sahibi olma umuduyla bu dünyayı terk ettiler.