Jason Bourne Tekrar Bizlerle
Casusluk filmleri 2000’li yıllardan itibaren büyük değişikliğe uğradı. Eskiden karakterlerin geçmişi ve hikaye gerçekçiliği önemsenmezdi. Saf aksiyon ve birkaç cinsel sahne ile tüm film biterdi. Bunların en basit örneği James Bond serisidir. Ancak 2000’lerin başından itibaren bu kurallar tamamen yıkıldı. James Bond serisi bile Daniel Craig‘in rolü devralması ile daha gerçekçi ve ayakları yere basan bir yapım haline geldi. Ancak James Bond izleyiciyi çok da tatmin etmiyordu. İşte bu noktada devreye Jason Bourne girdi.
Jason Bourne da aynı James Bond gibi romandan uyarlama. Robert Ludlum‘un yarattığı serinin henüz tüm kitapları sinemaya uyarlanmadı. İlk romanı 1980 yılında yazan yazar 2001 serisinde ölünce seriyi yazmaya arkadaşı Eric Van Lustbader devam etti. Ne yazık ki yazarın yeni kitapları Robert Ludlum’un verdiği tadı verememiştir. Şu anda seri 7 kitaptan oluşmaktadır.
Jason Bourne’un ilk filmi “The Bourne Identity” ismi ile televizyon için çekildi ve fazla ses getirmedi. 1988 yılında çekilen yapımda Jason Bourne’u Richard Chamberlain oynuyordu. Jason Bourne’u geniş kitlelere tanıtan film ise yine aynı isimle 2002 senesinde çekildi. Matt Damon, Jason Bourne rolünde son derece başarılıydı. Kendisine Alman oyuncu Franka Potante ve Julia Stiles eşlik ediyordu. Filmin kötü adamı ise Hollywood’da hakkı yenen ve bana göre James Bond rolüne Daniel Craig’den bile daha yakışacak Clive Owen vardı. İlk film tipik mutlu son ile bitiyordu. Kahramanımız kötü adamı öldürüp kızı kurtarıyordu.
Serinin ikinci filmi olan “The Bourne Supremacy” 2004‘te çekildi. Filmde Bourne sevgilisi ile sakin bir hayat yaşamaya çalışsa da düşmanları ona izin vermiyordu. Filmin daha başında sevdiği kız öldürülüyordu. Bunun üzerine kahramanımız sahalara intikam için geri dönüyordu. Ayrıca kahramanımızın gerçek adını da nihayet öğreniyorduk. Franka Potante ve Julia Stiles yine aynı rollerde iken seriye Joan Allen CIA yöneticisi olarak katıldı. Filmin bu serideki kötü adamı ise Yüzüklerin Efendisi serisinden tanınan Karl Urban‘dı. Filmin önemli bir özelliği, Bourne serisinin diğer devam filmleri gibi kaliteyi düşürmek yerine yükseltmesiydi.
Serinin üçüncü filmi “The Bourne Ultimatum” 2007‘de çekildi. Serinin çoğu hayranına göre en iyi filmi olmuştur. Bu filmde ise Bourne geçmişini araştırmaya devam ederken, geçmişinden gelen düşmanlarla tekrar karşılaşıyordu. Üçüncü filmde Julia Stiles ve Joan Allen de yine aynı rolleri canlandırıyordu. Filmin sonunda ajanımız kendini ölmüş gibi göstererek ortadan kayboluyordu ve tüm geçmişini artık hatırlıyordu! Matt Damon bu filmden sonra seriye ara verdi ancak Hollywood vermedi.
Seri, Matt Damon olmadan 2012‘de “The Bourne Legacy” filmi ile devam etti. Başrollerde Jeremy Renner, Rachel Weisz ve Edward Norton gibi son derece sağlam oyuncular olmasına rağmen film, serinin o zamana kadar çekilen yapımlarının yanından bile geçemedi. Kısacası oyunculara yazık oldu diyebiliriz. Matt Damon’un filmde yer almama sebebi daha önceki filmlerin yönetmeni olan Paul Greengrass‘ın projede yer almamasıydı. Bence bu kararı alarak çok da iyi yapmış. Film sıradan bir aksiyon filminden fazla olamamıştı.
Gelelim son film olan “Jason Bourne“a. Film Matt Damon’lı diğer filmler gibi muhteşem bir aksiyon sahnesi ile başlıyor. Seriden tanıdık olduğumuz Julia Stiles ya da nam-ı diğer Nicky Parsons ile hemen filmin başında karşılaşıyoruz. Bu sefer kadroya geçen yıl Oscar kazanan ve her geçen gün yıldızı biraz daha parlayan Alicia Vikander ve emektar oyuncu Tommy Lee Jones da katılıyor.
Konuya gelecek olursak; Nicky, CIA‘i hacklerken tesadüfen Bourne’un kişisel dosyasına rastlıyor. Nicky ile Bourne Atina‘da buluştuklarında ortalık savaş alanı gibiydi. Görüntüler biraz Gezi olaylarını hatırlatmadı değil. Nicky dosyayı Bourne’a ulaştırıyor ancak ne yazık ki ölüyor. Yıllardır Nicky ile Bourne arasında bir şey olacak mı diye beklerken film tam anlamıyla ters köşe yapıyor. Gerçi Bourne serisi hiçbir zaman Bond serisi gibi kadınlarla ilişki odaklı casusluk filmlerden olmadı.
Filmi en özet haliyle anlatmak istersek; Bourne, aynı Nicky gibi yıllardır ortada yok. Geçmişte yaptıkları için vicdan azabı çekiyor ve dosyada babasının ölümünün yanı sıra geçmişi ile ilgili karanlık sırları bulunca araştırmaya başlıyor. Filmin temposu bir an bile düşmüyor ve kısacası izleyiciyi hayal kırıklığına uğratmıyor. Eski üçlemeye sık sık göndermeler var ve diğer üç film ile bir bütün oluşturuyor. Senaryosu oldukça iyi. Sadece “Aaron Kalloor ve firması Deep Dream” olayı biraz havada kalmış. Ancak filmi izlediğinizde yeni devam filminin çekileceğinin kesin olduğunu anlayabiliyorsunuz. Bu sebeple havada kalan kısımların devam filminde sonuca bağlanacağını düşünebiliriz.
Matt Damon yaşını almış olsa da hala formunda. Hatta yaşlanmak yaramış bile diyebiliriz. Julia Stiles biraz çökmüş yıllar sanki ona yaramamış ancak oyunculuğu hala iyi. Serinin yeni oyuncusu Alicia Vikander tek kelime ile harika. Hırslı ve genç CIA analisti Heather Lee rolünde resmen parlıyor. Perdeyi geçekten dolduruyor ve oyunculuğu oldukça iyi.
Tommy Lee Jones filmin iki kötü karakterinden birini canlandırıyor. Bourne serisi Avrupa sinemasından oyuncularla çalışmayı seviyor. Filmde kötü tetikçi olarak Vincent Cassel rol alıyor. Rolüne cuk diye oturduğunu söyleyebiliriz. Filmin yönetmeni ise yine Paul Greengrass.
Kısacası oyunculuklar, senaryo ve müzikler harika. Sinemada izlenecek en iyi filmlerden biri devam filmini sabırsızlıkla bekletecek derecede kaliteli. Filmin fragmanı için;
(E-Mail takipçilerimizin videoyu izleyebilmek için sitemizi ziyaret etmeleri gerekmektedir.)
Her Bourne filminde olduğu gibi bu film de yine Moby‘nin artık klasikleşmiş şarkısı olan “Extreme Ways” ile bitiyor. Yazımızı da bu nefis şarkı ile sonlandırıyoruz.
(E-Mail takipçilerimizin videoyu izleyebilmek için sitemizi ziyaret etmeleri gerekmektedir.)